24 Aralık 2012 Pazartesi

Unutulmaz Sahneler Serisi: Rage and Serenity

21 Aralık'ı da "kazasız belasız" atlattığımıza göre artık daha "normal" şeylerden bahsetmek istedim. Neyse patlama çatlama, uzay gemisi vb gibi olaylar için önümüzdeki kıyametlere bakacağız artık.

Yeni bir anket serisi olarak sizlerle dönem dönem kah sinema kah dizilerde en sevdiğim sahneleri paylaşmak istiyorum. Zira bazı kareler var ki bazen bir filmi sevme sebebiniz olur, ya da sizi on ikiden vuracak bir hissi aktarır.


--X-MEN FIRST CLASS (2011)

Charles Xavier liderliğinde ilk nesil genç X-Men ekibi eğitimine başlar. Çaylaklar hem çeşitli kazalar geçirir hem de güçlerini geliştirirken Erik Lehnserr de Xavier ile deneyler yapmaktadır. Ancak gücünü her daim öfkesiyle harekete geçiren Erik, bir yandan başka ve daha güçlü bir yol olduğu ihtimalini kabul etmez.


Charles: See that?  Try turning it to face us. (Devasa boyutta metalik bir radarı gösterir)

(Erik tüm gücüyle dener ancak radarı döndürmeyi beceremez)


Charles: You know, I believe that true focus lies somewhere between rage and serenity. Would you mind if I...

(Erik, Charles'ın zihnine girmesine izin verir ve annesi ile geçirdiği ilk ve son doğum günü kutlamasını hatırlar. Hem onun hem de Charles'ın gözünden bir damla yaş düşer)


Erik: What did you just do to me?
Charles: I accessed the brightest corner of your memory system. It's a very beautiful memory, Erik. Thank you.
Erik: I didn't know I still had that.


Charles: There is so much more to you than you know. Not just pain and anger. There is good, too. I felt it. When you can access all of that, you'll possess a power no one can match. Not even me. So, come on. Try again.


(Erik tekrar denediğinde bu sefer büyük bir uğultu duyulur ve radar dönmeye başlar. Radar döndükçe Erik önce ağlamaya, sonra gülmeye başlar.)

Charles: Hey! Well done.

(Charles da dostunu bu başarısı için kutlar ve o da coşkusuna katılır)


Sizin de bildiğiniz gibi Erik Lennsher X-Men'in en büyük kötüsü Magneto'dan başkası değildir.  Sonra kendi davası için yanlış yollarla savaşmayı seçer. Ancak unutmamak lazım ki Charles ile yaşadığı bu deneyim aslında onun en güçlü olduğu andır.

Kilit his: Güven, inanç & dostluk.

Aslında uzun uzun sahnenin bende yarattığı etkiyi yazmayı düşünmüştüm ancak Profesör X'in tek bir cümlesi aslında her şeyi özetliyor:

"There is so much more to you than you know. Not just pain and anger. There is good, too. I felt it. When you can access all of that, you'll possess a power no one can match. Not even me."


Ve bu müthiş sahneye eşlik eden müzik:
Henry Jackman - Rage & Serenity

Pek derin pek duygusal bir yazı olmasına karşın X-Men First Class denince aklıma pek tabii bir de şu unutulmaz sahne geliyor: (buradan izleyebilirsiniz)

- Excuse me, I'm Erik Lehnserr...
- Charles Xavier...
- Go fuck yourself!





19 Aralık 2012 Çarşamba

Tarot // Ölüm

Hazır "büyük güne" 2 gün kalmışken konuya en uygun karttan bahsetmek istedim.

Marduk tatile çıktı isimli yazımda da belirttiğim gibi Mayalar kendi ikonografilerinde 13 sayısı ile belirtilen "Kapanış" dönemine geçeceğimize inanıyorlar ve bunun bir sonraki çağ olan "Altın Çiçek" döneminin müjdelediğini düşünüyorlardı. Tekrarlamak gerekirse yıllardır özellikle de büyük bir heyecanla felaket senaryoları kurulan bu gün aslında onlar için güzel günlerin gelişini haber veren bir bayramdı.

Bu yüzden de Tarot'ta Büyük Arcana destesinin 13 numaralı kartı olan Ölüm (Death) kartını tanıtmak istiyorum. Anlatacağım konu Mayalar için "Kapanış", Hristiyanlıkta "İhanet" ve bir çok kültürde "Uğursuzluk" sembolü olup yolculuklarda bile koltuklara numarası verilmeyen sayının hikayesi aslında.

Ölüm // Death (13)
Kartı incelersek siyah fon üzerine beş kollu beyaz gül taşıyan "Ölüm Meleğini" yani Azrail'i görürüz.

Karalar giymesine karşın beyaz bir ata binmiştir. Mutlak dengeye ulaşmak için içimizdeki "siyah" ve "beyaz" rengi dengeleyip gerçek bir "gri" olmamız gerektiğini bize öğreten 7 numaralı Araba (The Chariot) kartındaki iki attan biridir aslında bu at.

Araba // The Chariot (7)
Beyaz renkli olan yapıcı enerjiyi (Yin) simgeler. Yani Ölüm aslında oraya yıkım ve yok ediliş değil yaratmak için gelmiştir. Kendisiise  karalar içinde yıkıcı/dönüştürücü enerjinin (Yang) ta kendisidir. Araba kartındaki gri denge burada da vardır ancak burada denge çok daha makro bir düzlemde kurulmaktadır. Sakin adımlarla hedefine ilerleyen atı, karanlıktan gelen aydınlanmayı ve ahengi simgeleyen Beyaz Gül'üne rağmen karşısındakilere mutlu bir haber hissi ya da huzur vermemektedir.

Ölüm meleği özellikle monoteist gelenekte Kurukafa suretli ve tırpanlı bir adam olarak tasvir edilirken antik kültürlerde bunun tam tersi olarak yansıtılır. Mesela Antik Mısır'da ölenleri Batının Güzel Gülüşlü Hanım'ı karşılar ve bir sonraki hayata kişiyi ulaştıracak sınavda yol gösterici olur. *

Hathor & İsis suretinde II. Ramses'in eşi Nefertari
Ölüm kartı fiziksel bir ölümü anlatmaz, en azından çoğumuzun bildiği şekliyle değil. Antik uygarlıklarda Ölüm asla bir son değildi, zira onlar için hem "Cennet" ve "Cehennem" hem de yeniden doğuş inancı vardı. Bir ruh yaşam döngüsünü tamamladığında ruhunun nihai amacına ulaşana dek tekrar doğardı.

Ancak bu ne kadar hoş görünürse görünsün elbette her dönüşüm, her "ölüm" korkutucudur; insanı zorlar, bildiği tüm gerçekleri yıkar ve uyanışı başlatır. Ve uyanış da asla kolayca olmayacaktır, tıpkı doğum sancıları gibi kimi zaman canımızı yakacak, kimi zaman bizi köşeye sıkıştıracak kimi zaman ne kadar yanlış olduğunu bilsek de daha kolay geleceği için bizi eski hatalarımızın güvenli görünen tuzaklı yollarına yönlendirecektir. Hatalar ve zaafların tutsağı olmanın kısır döngüsünü "Şeytan" kartını anlattığım yazıda tasvir etmiştim; dilerseniz buradan okuyabilirsiniz.


Peki heybetli Ölüm Meleğini kimler karşılıyor? El açmış adeta aman dileyen bir piskopos, ölüme kendini bırakmış diz çökmüş biçare bir kadın, ve korkusuzca hatta merakla onu izleyen küçük bir çocuk. Dikkatli bakarsanız Ölüm'ün atının altında kalıp ölmüş bir adamın olduğunu da görürsünüz.

Dediğim gibi bu bir fiziki son değildir, ancak atın altında kalan adam her döngü bitiminde bazı kişi ya da olayların kaçınılmaz olarak hayatımızdan gittiğini bize hatırlatır. Her dönüşüm değişiklikleri beraberinde getirir ve bu kartın anlattığı dönüşüm kahveyi orta şekerli yerine az şekerli içmek gibi bir karar değildir. Bu hayatımızı temelden etkileyen ve düşüncemizi sorgulayıp değiştirmemize sebep verecek bir mekanizmadır.

Ölüm meleği yani kaçınılmaz değişim karşımıza çıktığında nasıl tepki veririz? Belki ileride hayrımıza olacak bir değişiklik ama gelişi hiç de öyle değil. Öyle korkutucu ve öyle yenilikçi ki bize bir çok fedakarlık yapmamız gerektiğini söylüyor. Ve en önemlisi bu değişim sonunda biz gerçekten bu hikayedeki doğru şeyi yapıp mutlu olacak kişi miyiz en ufak bir ipucu vermiyor. At ağır adımlarla bize yaklaşırken atın önünden kaçabilenlerden mi yoksa o beyaz atın ya da meleğin tırpanının altında mı kalacağız en ufak bir fikrimiz dahi yok.


Yalnız ironiktir ama Ölüm'den en çok korkup kaçanlar ya da o biçare kadın gibi bir şey yapmadan kendini kaçınılmaz "son"a bırakanlar yorulup ya da pes edip atın altında kalırken; onu kartta gördüğümüz Ölüm'ü merakla bekleyen çocuk gibi karşılayanlar ise uzaktan korkutucu görünen kara bayrağın esintisi altında ferahlayacak ve resmin arkasında yavaş yavaş doğmakta olan altın sarısı Güneş'i göreceklerdir.

Piskopos aslında kartın dini dogmalara karşı bir eleştirisidir. Aslında Ölümle en çok barışık olması gereken ve sürekli insanları etki altında tutabilmek için Ölümden sonraki cezalardan bahsedenler o gün geldiğinde en korkan ve yalvaran olabilirler. İnsanlara dini ya da dünyevi ne olursa olsun her düşünce anlayış ve sevgiyle öğretilmelidir; emirle değil. Aksine inanıyor olabilirsiniz ama nefret ve itaatle yapılan hiçbir eylemin sonucu uzun vadede kalıcı ve yararlı olmayacaktır.

Yazının başında da belirttiğim gibi Mayaların inancına göre Dünya böyle bir dönemden geçmektedir, sürekli yarım bilimsel sözlü saçmalıkların arasına gizlenmiş korkunç felaketlerin eşiğinden değil. Ölüm görevini tamamlayıp geçtiğinde Güneş çoktan yükselmiş ve her yeri aydınlatmış olacaktır. Tıpkı Altın Çiçeğin açması gibi.


Boynunuzdan zincirleri çıkartıp gökyüzüne baktığınızda bayrak üzerinde gördüğünüz Beyaz Gül'ün aslında kalbinizde açtığını göreceksiniz. Boynunuzdaki izler belki asla tam olarak geçmeyecek ancak geçtiğiniz bu büyük iç savaşın gururlu hatıraları olarak sizinle var olmaya devam edecek; ve ne zaman onları görürseniz döngüyü aşmak için sahip olduğunuz ve kullandığınız gücün büyüklüğünün şarkısını size tekrar tekrar söyleyecek.

Ve tıpkı ölüp küllerinden tekrar doğan Anka kuşu gibi siz de yeniden ve "gerçekten" nefes alacaksınız.

Ancak unutmayın ki: "Her parlayan altın değildir. Bir bakarsın, gümüş altından daha kıymetlidir." **

* Batının Hanımı Antik Mısır mitolojisinde aşk tanrıçası Hathor (Hethert) ya da büyünün tanrıçası İsis (Aset) ile özdeşleştirilmiştir.
** Bir Antik Mısır sözü

3 Aralık 2012 Pazartesi

21 Aralık 2012: Marduk tatile çıktı

"Büyük güne" sadece 18 gün kala giderek daha da emin oluyorum ki son yılların en ilginç sosyolojik gözlemlerinden birine tanık olacağız. Zira o gün randevularını iptal etmek, tüm gün sürecek partiler düzenlemek ya da dünyanın sonunu değişik yerlerde karşılamak istemek gibi sayısız ilginçlikte davranışa tanık olmaya başladık bile.

Mayaların Haab ve Tzolkin isimli iki takviminin kesişim günleri onlar için özel bir anlam ifade eder. Biri 20'lik diğeri ise 19 günden oluşan bu iki takvimin birleşim günleri dünyanın ulaşacağı yeni bir geçişi göstermekteydi. Her sayının öz anlamı onlar için geçecekleri dönemin özelliğini temsil ediyordu.


Ve Wikipedia'daki buradan okuyabileceğiniz linkte "Long Count" ismi verilen bu geçiş dönemlerinin 394 yılda bir gerçekleşen bir düzeni olduğunu fark edeceksiniz. 394 yıl sayısal olarak 144.000 günü temsil eder ve bu onların sayı dilinde 1.0.0.0.0 olarak gösterilir. Bu birimin adı 1 baktundur. Toplam 19 adet geçiş dönemi vardır. Bu süreç tamamlanınca sayaç sıfırlanır ve 1'den tekrar başlanır. Tek bir farkla 19.0.0.0.0 sonrası geçiş 1.0.0.0.0.0 olarak yazılır.


Soru: Peki bu adamlar bu sayılara ve geçişlere neden bu kadar takmış? 
Bu kadar takma sebeplerinin somut bir kanıtı yok ancak şu kesin ki antik çağ medeniyetleri sayı sistemleri ve numeroloji ile çok ilgiliydiler. Ayrıca dillerinde de sayılar rakamsal sembol olmak dışında kavramları da temsil ediyordu. Bir çok latin alfabesi harici dillerde de bu tür bulgular mevcuttur.

Soru: 19 sayısıyla neden bu kadar ilgililer? Zaten bir 19 mucizesi muhabbeti de okumuştum.
Ortada mucizevi bir durum söz konusu değil. Sayısal sembolizmde asal sayılar çok daha önem taşır, zira o çağlarda da asal sayıların kendisi ve 1 dışında hiçbir sayıya tam bölünemediği bilinmekteydi. Bu sebepten ötürü kültürel kutsal motifler bu sayılarla yapılmıştır. 19'luk sistem de bu geleneğin bir parçasıdır ve pek çok kültürde göksel sistemler (melekler, tanrılar vb) 7'li, 9'lu ve 19'lu sayılarla gösterilir. (9 asal sayı değil farkındayım ukalalık yapma hemen)

Ha'ab isimli takvimleri de 19 günlüktür ve sayıların anlamı gereği Mayalara göre insan ırkı 19 ayrı evreden geçecektir.


Soru: Sen entel kuntel muhabbeti bırak da şunu söyle, birkaç gün sonra iki haftaya kıyamet kopacak mı kopmayacak mı?
Hayır kopmayacak. Neden böyle diyorum çünkü bahsi geçen "yıkıcı güçte" güneş patlamaları denen olgu zaten güneşin bir döngüsüdür özel bir durum söz konusu değildir. NASA bunu saklıyor diye komplo teorisi kurmadan önce dünyadaki tek gözlem evlerinin Amerika'da olmadığını hatırlamalısınız.

Kutup kaymaları, gezegen çarpması, astreoid yağmuru, yaklaşan karanlık madde gibi muhabbetler de tamamen bilgisizlik ile çakma bilimsel cümlelerin bir araya gelmesinin sonucudur.

Ve hikayenin kaynağı Mayaların yazılarına dönelim. Bu meşhur hikayenin başlangıç tarihi 13.0.0.0.0 M.Ö 3114 11 Ağustostur. Ve ilgili bulunan yazıtlarda dünyanın yok olması ile ilgili tek bir satır dahi mevcut değildir. Yazılan şey insanlığın "demir çağına" girdiği ve tekrar 13.0.0.0.0'lük döngüden geçinceye kadar da bu çağın süreceğidir. (5122 yıl)

Bilakis yazıtlarda aktarılan bir sonraki 13.0.0.0.0 geçişinde dünyanın tekrar Altın Çağ'a yükselişinin başlayacağı ve tanrıların yeryüzüne döneceği bilgisidir. Yani inanıp inanmamak size kalmış ancak şundan emin olmalısınız ki Mayalar gelecek bir felaketi haber vermiyorlardı.


13 rakam ile gösterilen "Mak" isimli sembol sayının kelime anlamı: Kapanış'tır. Kapanmakla kasıt da dünyanın kepenklerinin indirilmesi değil bir "çağın" kapanmasıdır.

Ve bu kapanışta 14.0.0.0.0 dönemi için geçiş başlayacaktır yani K'ank'in evresi. Bu da "sarı güneş" anlamına gelir ve Mayalar için çok güçlü bir semboldür, yaşam enerjisi ve bereket anlamına gelir. Sarı güneşin bir anlamı da "Altın Güneş"tir. Mayalar da pek çok antik uygarlık gibi Güneş Kültü kökenli oldukları için en önemli iyilik tanrıları da Güneş ile sembolize edilir. Yani işin özeti Mayalar tanrılarıyla tekrar yakınlaşacaklarını düşünüyorlardı; ancak bu "Ahiret" vb gibi bir boyutta değil yeryüzünde olacaktı. Tarot'ta 14. kart "Denge" yani Temperance kartıdır ve doğayla uyumu; ahengi ve bilincin yükselişini temsil eder.

Soru: Sıkılmadan buraya kadar okumayı başardım, üstelik verdiğin linke de baktım; millete yedirebilirsin ama gördüm M.Ö 3114'te 13.0.0.0.0 geçişinden sonra tık diye takvim 1.0.0.0.0 - 13 Kasım M.Ö. 2720'ye atlamış. Hani 19 dönemdi, bozuk mu yani bu takvim şimdi?

Evet benim de takvimleri ilk incelediğimde dikkatimi çeken şeylerden biri buydu. Ve 13 sayısının "uğursuz" anlamının ihanet eden 13. havari öyküsünden çok daha öncesine dayandığını ve hiç de uğursuz bir anlam taşımadığını öğrendim. Yukarıda belirttiğim gibi 13, "Mak" sayısıdır ve anlamı da "Kapanıştır". Tarot'ta da 13 numaraları kartın ismi Ölüm'dür. (Death) Ancak ne tarotta ne de Mayalarda bu kart ve sayının anlamı ölüm değildir.

Enkarnasyona inanan bu kültürlerde ölüm yeniden doğuşun sembolüydü. Ve hesaplarına göre her 19'luk döngüden sonra 1 dönem 13'lük bir döngü ile o devrenin kapanması gerekiyordu. Yani toplam 32 adet bir döngü bir büyük çağı oluşturuyordu.

Bu terminolojide ölüm kelimesinin anlamı; eski alışkanlıkların yok olması ve yeni bir uyanıştır. Kıyamet kelimesinin de kökeni "Kıyam" yani uyanıştan gelir. Özetle elbette buzulları eritip dünyaya zarar verdikçe sonunda bir "kıyamet" yaşamamız muhtemel ancak o dediğiniz tarih kesinlikle 21 Aralık 2012 değil.


Soru: Peki şimdi biz 12'den 13'e geçerken ne olacak şimdi? 12 sayısının bu adamlar için anlamı ne?
12 sayısı yani Keh'in kelime anlamı Kızıl Fırtınadır. Kırmızı renk, okült anlamda renklerin psikolojik etkilerine tutarlı olarak hareketi, öfkeyi, coşkuyu ve tepkiselliği temsil eder. Ancak üzerine gelen fırtına metaforu bu hareketlerin yıkıcı etkisini anlatır.

Özetle biz Mayalara göre 394 yıl süren 18 Eylül 1618'de başlayan bir yıkım döneminden çıkıp "Ölüm"e yani yeniden doğuş dönemine geçiyoruz. Keh dogmaları, iktidarı ve gücü temsil eder. Kırmızı Mars gezegeni ile özdeşleşir ve bu gezegenin de pek çok kültürdeki sembolü otoriter, yıkıcı eril güçtür.

Ve onlara göre bu yıkıcı eril gücün dengelenme dönemi gelmiş durumda. 12, Tarot'ta Asılan Adam kartı ile sembolize edilir (The Hanged Man) ve kaçınılmaz olaylar sonucunda çabalarımızın yetersizliğini anlatır.

Kartın öyküsü bilgiye ulaşmak için bir gözünü feda eden Kuzey Tanrısı Odin'den gelir. Yani ağaçta ne kadar debelensek de inme vakti gelinceye kadar yapacak bir şey yoktur. Nitekim mitolojide de Odin 7 gün sonra aşağı indiğinde bilgiyi ve rünleri bulur.

Ve Mayalara göre insanoğlu yıkımlar ve iktidar savaşları sonucunda tekrar bireysellikten kolektif bilince; uyuma, ahenge ve anlayışa yönelecektir. Aslında bize sırf para kazanmak için yıllardır bangır bangır yıkım ve kıyamet diye anlatılan öyküler insanlığın tekrar uyanışının sembolüdür.

Ayrıca ilgili günün 21 Aralık yani Kış gün dönümüne denk gelmesi de en uzun geceden sonra gündüzlerin uzayacağına, en zor dönemin geride kaldığına işaret eder. Evet bu zaten hep olan bir doğal süreç ama bu günün anlamının Mayaların inanışıyla daha özel bir ilişkisi de mevcuttu.


Son söz:
O gün doğa üstü bir olay olmayacağına yürekten inanıyorum. Sayfalarca süren bu yazıyı yazmamın tek sebebi de eğer aklınızda bir tutam bile negatif düşünce varsa bunu geride bırakmanız içindir. Zira bilginin hatalı bir şekilde yayılması bilgisizlikten bile daha zararlı durumda.

21 Aralık'ı hiç takmıyorsanız bence gayet iyi, ancak aman o gün bir şey olur diye randevularınızı iptal ediyor ya da garip hareketler yapmayı düşünüyorsanız gerçekten buna gerek yok.

Eh bir de üstüne adamların dediği çıkar ve gerçekten yeni bir çağa uyanırsak; üstüne de X-Men güçlerimiz olursa (yazarın çocukluk hayali) yeme de yanında yat. X-Men kısmı zorlama biliyorum ama Iron Man de olur yani Iron Woman tabii bana. Ona da razıyım.

22 Aralıkta görüşmek üzere :)


Tablolar Wikipedia'dan alıntıdır.
Link 1
Link 2

11 Kasım 2012 Pazar

Battlestar Galactica Blood & Chrome

Sevgili Kobol sakinleri, Galactica ekibi, Capricalılar, Tauronlular ve hatta Cylon Basestar'daki tost makineleri; sonunda dizimize kavuştuk mu? Evet!

Webisode fragmanları ümit vaat ediyordu ve yayınlanan ilk iki bölümden sonra rahatça diyebilirim ki sonuç gayet iyi.


Arka planda meşhur müzik çalarken Adama geminin camından ilk kez Galactica'yı gördüğü sahnede duygulanmadıysanız "Get the frak out of here" diye atar bile yapabilirim. :) Açık ara en etkilendiğim sahne o oldu. "Old Lady"nin gıcır gıcır gençliğini görmek harika bir his.

Adama'nın Starbuck'ı neden kızı gibi gördüğünü gençliğini görünce iyice anladım. Akademiden yeni mezun olmuş gözükara ve doğal yetenek Husker hem ukala tavırları hem de gözüpekliğiyle Kara Thrace'i hatırlatmadı mı size de?


Caprica müthiş bir konuyu -Cylonların yaratılışı- maalesef akıcı olmayan bir tempoyla anlattığı için seyircinin ilgisini kaybetmişti. Blood & Chrome bu hatayı tekrarlamayıp belli ki aksiyona daha fazla yüklenecek. Sadece "dışın dışın" bir dizi olacak diye mızmızlanmadan Kobol Lordlarına rica edin de şu iş tutsun adam gibi dizi olarak izleyelim diyorum.

Bunun dışında pek sevgili Bear McCreary'nin müzikleri eşliğinde viper dalaşlarını izlemek, şıkır şıkır bir CIC ve Hangardeck görmek, Dradis sesi ve bunun gibi pek çok detay BSG'yi ne kadar özlediğimi hatırlattı. Uzun zamandır bir şeyi izlerken bu kadar heyecanlanmamıştım.


Malumunuz konu müthiş: 1. Cylon Savaşı sürüyor, Final Five henüz gelmedi ve Cavil onların hafızasını silip insanların içine atmadı. Umuyorum ki Saul Tigh'ı ve belki de beşliyi görme şansımız olur; özellikle Adama ve Tigh'ın dostluğunun başlangıcı en merak ettiğimiz konulardan biri.

O kadar çok şey var ki anlatılabilecek umuyorum ki bu yapım tutar ve biz de bol bol Galactica izleriz. So say we all!

10 Kasım 2012 Cumartesi

Temple Run

Elimde değil bir süredir tek oynadığım şey bu. Telefon ve Facebook oyunlarını genelde insanlardan çok sonra keşfettiğim için güncel akışın gerisindeyim ama yazmadan da edemiyorum, feci sardı!

Aklıma bir dönem Fruit Ninja'ya feci sarmışken bileğimi sakatlamam geldi. Neyse...

İlk başladığımda "Yaşasın 500.000 puan yaptım" deyip sevinir ve büyük başarı kazandığımı sanırken çeşitli milyonlu puanların olduğunu görmemle hafif bir düş kırıklığına uğradım. Sonra milyonu geçtim 5,8 milyon puan yapmış sevinirken önce yanımda 11 milyon rekoru kırıldı, sonra da 13.4 milyon geldi. Bu gazla 8,5 milyon puan yaptım ama bir kaç arkadaşımın 15-20 milyonluk rekorlarının yanı sıra bir de çeşitli ülkelerden manyakların uçuk rekorlarını görünce heyecanınız kaçabiliyor.


Çok da kaçmıyor açıkçası, eğer sıkılmamaya devam edersem 10 milyon puana ulaşma hedefim var. (Ogame'de Deathstar yapma hedefim olduğu günleri hatırladım birden ama ikisi farklı çoook farklı!) Oynarken keşfettiğim çeşitli tüyoları paylaşayım:

- Upgradeleri yaparken önceliği Magnet'e, sonra da Boost'a verin. Magnet süper para kazandırıyor.
- Tüm upgradeleri tamamladıktan sonra o özelliği kapatan "Disable" bölümüne geçiyoruz, ta ki sadece Magnet kalana dek Super Coin-Invisibility-Boost sırasıyla bu upgradeleri kapatın, çok puan kazanırsınız.
- Ancak unutmayın ki çok puan kazanmanın en önemli yolu "Multiplier" sayısının artması. Bunun için de "Objective" bölümündeki görevleri tamamlamalısınız.
- Yeterince puan kazandıktan sonra tüm abilityleri tek bırakarak önce öyun başına 5 Magnet, Invisibility vb" görevleri tamamlayın. Böylece multiplier hızlı artar. Çeşitli karakterleri satın almak, wallpaper açmak vb yolları da var.
- Tabii ki kanatlar. Sırtınızda kanat eksik olmasın. Zaten geçici kanatların fiyatı gayet makul 500 coins. Özellikle 1-2 milyonu geçtikten sonra kanat şart, hatta erken evrelerde bile kullanmanız gerekebilir. Zira ne kadar iyi bir oyuncu olursanız olun oyunun bazı bölümleri kaçınılmaz ölüm tuzaklı olabiliyor.
- Kanat ilk yanıp sönmeye başladığında oyunu yavaşlatmak için intihar edecekseniz hemen yapın çünkü bir kaç saniye sonra Niyazi olabilirsiniz.
- Kalıcı kanat çok pahalı ama iyi bir oyuncuysanız sizi epey koruyabilir, ya da oyunun başında gelebilecek tatsız sürprizi engelleyebilir. (Şahsen sinir oluyorum öyle bir durumda)
- Her oyunda sadece bir kere kalıcı kanat kullanabilir ya da Super/Megaboost kullanabilirsiniz. İkisi de aynı anda kullanılamaz birini seçmeniz gerekli.
- Kişiye göre değişiyor ama benim en rahat oynadığım karakter Amerikan Futbolcusu. Boyutları dışında karakterlerin ekstra bir özelliği yok.

Bir de Agent Dash varmış onu deneyeceğim bir vakit, ama bir süre daha favori oyunum bu olacak gibi görünüyor.


9 Kasım 2012 Cuma

Roger Waters // The Wall Live Istanbul

2013'ün ilk büyük konser haberi Depeche Mode ile geldi, 17 Mayıs 2013 tüm Devotee'ler için özel bir tarih olacak. Bugün ise bir başka bomba patladı: Kesin tarih ve yer belli olmamasına karşın Roger Waters "The Wall Live" turnesi kapsamında 2006'dan sonra tekrar ülkemizde olacak.

TRT spikeri gibi sakin sakin anlattığıma bakmayın, uzun zamandır aldığım en güzel konser haberi bu. 20 Haziran 2006'da gerçekleşen "The Dark Side of the Moon Live" konseri bir konserden öte adeta bir müzik ayini gibiydi ve hayatımda izlediğim en güzel şeylerden biriydi. Bu sefer sahnede Waters'ın gözbebeği "The Wall" olduğunu düşünürsek insan heyecanlanmadan edemiyor.


Envayi çeşit video var ancak sırf büyüyü bozmamak için bir göz atıp kapatıyorum sanırım seneye konser vaktine kadar böyle yapacağım.

2006'da konser alanı dışında beklerken Bring the Boys Back Home'dan bölümler duydukça kalabalığın nasıl coştuğunu hatırlıyorum.

Mutlu haberin çıkmasına sebep olan açıklama da bu:


Şimdilik kesin tarihler yok ama konuşulan konserin yazın ülkemizde gerçekleşeceği yönünde. Rogerwaters.com'da tüm turne tarihlerinin 15 Kasım'da açıklanacağı yazıyor.

2006'da orada olan şanslı kalabalıktansanız zaten eminim bu konseri de izleyeceksiniz ama daha önce kaçırdıysanız ya da bir şekilde üşenip gitmediyseniz bu sefer mutlaka bu efsaneyi izleyin derim.

Kendi adıma Hey You, Goodbye Blue Sky, Empty Spaces, The Trial ve pek tabii Comfortably Numb gibi klasikleri canlı canlı dinleyip muhteşem bir görsel şölen izleyeceğim için şimdiden heyecanlanıyorum.

Yazın görüşmek üzere, neticede ne demiş üstad: "Together we stand, divided we fall."


8 Kasım 2012 Perşembe

Fringe S05E05 // An Origin Story

Malumunuz pek sevgili dizimiz Fringe'in son sezonundayız. S04E19 Letters of Transit ile başlayan Observer istilasındaki "Cesur Yeni Dünya'mızda" geçen distopya hikayesi bu sezon tüm öykünün odağı. Paralel evrenler, Walternate ve Kızıl Olivia çoktan tarihe karıştı; belki finale anılar saati kapsamında geri dönerler diye düşünüyorum; özellikle de son bölümle gelişen olaylardan sonra.


Esasen çok da tempolu bir şekilde başlamadık yeni sezona. Hikayenin odağında yıllar sonra uyanıp yeni düzene karşı uyum sağlamaya ve savaşmaya başlayan ebeveynlerine yol gösteren Etta vardı. Pek çok izleyici kendisini antipatik bulmuş, şahsen ben epey ısınmıştım.

Hatırlatmama gerek yok herhalde, spoiler bölgesine geçiyoruz.

Hoşlanmadığım konu Walter'ın kehribar kapladığı laboratuvarında ulusa seslendiği "kasetleri bul planı oluştur" hikayesi. Biraz zorlasak hortkuluk avı diyebiliriz bu işe. Neyse ki son iki bölümdür olayın seyri oldukça iyi noktaya geldi, zira final sezonunu "kaset bulmaca" oyununa çevirmek gerçekten fazla kolaya kaçmak olurdu.


Etta nefret objesi Observer Windmark tarafından öldürüldü -nedense illa ki karşımıza tekrar çıkacak diye düşünüyorum, hatta Peter'ın yeni güçleri sayesinde bu sefer hikayedeki "kurtarılan çocuk" kendisi değil Etta olabilir ve bu da yeni bir evrenler arası savaşı tetikleyebilir. "All has happened before it will be happen again" demezsem çatlarım bu noktada. Ya da daha normal düşünürsek Windmark'ın kızı son anda oradan ışınlayıp iyileştirerek ileride koz olarak kullanması da muhtemel.

Peter'ın gelecekten gelen kargoyu sabote etmek için yakaladıkları Observer'ı manipule ettiğini sanması, ve aslında onun sadece bir sineğin hareketlerine odaklandığının ortaya çıkması insan ırkının acizliğini en iyi ortaya koyan sahnelerden biriydi dizide. Güç ve zekalarının temelinin teknoloji olduğunu anlayıp o bende olsaydı neler yapardım dediği anda Peter'ın kaderi de belli olmuştu zaten. Madem öyle dizinin yeni sezonu başlamadan Comic Con'a katılan Peter yani Joshua Jackson'ın bir resmini paylaşayım:


Tanıdık geldi mi? Peter Observer'ın ense kökünden o aygıtı söktüğü anda aklıma ilk gelen bu oldu açıkçası. Foreshadowing'i önden vermişler haberimiz yokmuş. :)

Aygıt Peter'ın ense köküne yerleşir yerleşmez haliyle çeşitli olasılıklar aklıma geldi hemen paylaşayım:

- Bir çok bilimkurgu filminde oluşan paradoks burada da karşımıza çıkıyor. Orijinal adıyla Bootstrap Paradox. Tıpkı John Connor'ın gelecekten babasını yollayıp kendini doğurtması, Skynet'in gelecekten yolladığı parçayla oluşması gibi Peter da bir Observer'ın aygıtını kendisine takarak ilk Observer oluyor. (Bölümün ismi de bunu doğruluyor)

- Hepimiz aygıt yerleştiğinde Peter'ın saçlarının dökülmesini, duygusuzlaşmasını ve tipinin kaymasını bekledik mi, elbette. Şimdilik böyle bir şey olmadı ama olacak mı, aşkın gücü vs'ye bağlamazlarsa muhtemelen evet.

- Bu olay gerçekleşince aklıma gelen ilk konu haliyle şuydu: September Peter mı? Yoksa September Peter'a sadık sağ kolu mu?

- September hep bir hata yaptığını söylüyordu. Peki hata olan diğer evrendeki Walter'ın dikkatini dağıtması mıydı yoksa gölde boğulmak üzere olan Peter'ı kurtarması mı?

- Peter dönüşüme iyi niyetle başladı ama muhtemelen giderek güçleri artacak ve zamanda dolaşmaya da başlayacak, bu durumda başta kızını kurtarmak üzere pek çok noktaya müdahale etmesi muhtemel. a) Her şey kontrolden çıkınca September aracılığı ile kendisini yok ettirmek istedi b) September kendisi, ama o zaman kendini çizginin başında ölürse en bela paradoks oluşur sanmıyorum c) Kendini yok ettirmek değil de temiz bir başlangıç istedi ama işler sarpa sardı, en sanmadığım bu işte.


Bence September (bu durumda Peter'a sadık oluyor kendisi, ya da Peter onu yarattı; ilerleyen bölümlerde September'ın saçlı ve normal halini görebiliriz) Peter'ı zaman çizgisinden silmek üzere görevlendirilmişti ancak bunu başaramadı, ve olaylar giderek günümüzdeki halini aldı.

Ayrıca o ense kökündeki şeyi çıkarttığında Observer ölüyordu, muhtemelen Peter'ın da o aygıtı çıkarma şansı yok. Diyelim ki mutlu son oldu, temiz hava Peter'a zarar verecek mi, tipi kayacak mı, Alp Er Tunga öldü mü?


Bu kısmın dışında S05E04'te ilk sezonlardaki bir Fringe vakasını kullanmaları dizideki konumlanmanın değişimi açısından çok hoştu. Göreceli bakarsak bu sefer onlar "düzen" karşıtı ve "kötü" olanlar; ilk düzlemde onlar çözen konumundayken şimdi zaman kazanmak için vaka yaratanlar onlar oluyor. Hayatta insanların konumlarının değişmesi açısından da güzel referanslar.

Ve Walter, elektrik yiyip gülmeye devam ettiği sahne uzun zamandır en güldüğüm şeydi. Şu adamı onurlandırın artık insanlar, John Noble rocks.

18 Ocak 2013'te Fringe'e veda ediyoruz, çok umutlanmamaya çalışıyorum zira n sayıda teori yazıp da Lost'ta yaşadığımız düş kırıklığı hala aklımda. Bundan ötürü sakin sakin bekleyip mümkün mertebe güzel ve biraz da duygulu bir finalle dizinin bitmesi temennim, dedem ol Walter.



Son olarak bir ara vakit bulunca tekrar izleyeceğim S04E14'te Peter ve September arasında önemli bir konuşma geçiyordu. Peter September'ın zihnine girmişti ve orada sorulara cevap bulmaya çalışıyordu. (Sanırım September vurulmuştu) Aralarındaki konuşma şimdi daha anlamlı olabilir.

Teorisi olan paylaşsın lütfen, ya da daha önceki bölümlerde yakaladığı detaylar varsa merak ediyorum.

Neyse daha fazla kafayı yemeden yazıyı bitiriyorum, hatta kaçtım:)


26 Kasım 2012 Sting Konseri

Uzun zaman oldu sevgili okuyucu, neredeyse bir ay. Aslında yazmaktan uzak kalmamın son yılların moda tabiriyle "keyifli" bir sebebi vardı: Uzun bir bayram tatili yaptım, bir çok yeni yer gördüm. Gezdim tozdum, eğlendim. Tamam buraya kadar güzel ancak sonrasında giderek artan bir ölçekte bu keyfin yerini öksürük aldı. Hadi tatil yorgunluğu geçsin yazarım derken bir baktım bir kaç gündür yataktayım, bir süredir devam eden sıcak içecek-ilaç-mendil üçlemesi desteğiyle bugün öğleden sonra biraz kendime geldim.

Eh sürekli yatınca da insan ister istemez çok sıkılıyor, ondan dikkatimi çeken bir kaç bilgiyi sizle paylaşacağım.


Başlıktan da görüldüğü üzere konumuz Sting. 2001'de babamla Harbiye Açıkhava'da izlemiştik kendisini, yanında müthiş karizmatik Dominic Miller ve adını hatırlayamadığım süper bir iş çıkaran siyahi davulcusuyla. Burhan Öçal da konuk sanatçı olarak konsere katılmıştı.

Ve 2006 Kuruçeşme Arena'daki konserden sonra Sting Back to the Bass turnesi kapsamında tekrar ülkemizde.

Yogası, tantrası, bitmek tükenmek bilmeyen enerjisiyle yıllardır "yaşlanmayan adam" ünvanını elinde tutmasının yanı sıra bu seneki turnesine gelen eleştiriler de her zamanki gibi olumlu, her zamanki gibi hayranlık dolu.


Konser Ataköy Atletizm Arena'da gerçekleşecek, biletler için buraya buyrun. (Tribün biletlerin hepsi bitmiş sadece VIP biletler ve saha içi biletler satışta)

Setlist'e göz atarsak The Police klasiklerinin yanı sıra tüm hitler mevcut; eğer konser sürpriz olsun demiyorsanız buradan örnek bir şarkı listesine ulaşabilirsiniz.

It's Probably Me de isterdim şahsen ama Fragile, Shape of My Heart ve bir çok klasiği de gördükten sonra usulca susuyorum, herkese şimdiden harika bir konser dilerim.


16 Ekim 2012 Salı

The Mentalist ve Bilinçaltı

Epeydir takip ettiğim ve pek sevdiğim bir dizi olan The Mentalist beşinci sezonuna girdi. Yıllardır pek zeki, insanların davranışlarını anlama ve yönlendirme konusunda neredeyse doğa üstü yeteneklere sahip Patrick Jane'in maceraları sürüyor; esas konuda yıllardır neredeyse bir arpa boyu yol almamış olsa da kah alışkanlıktan kah dizinin dinamiklerini pek sevdiğimden izlemeye devam ediyorum.


Esas konu ne peki? Patrick Jane hayatını yıllarca gaipten haber aldığını iddia ederek özellikle de zengin insanları dolandırmış. İnsan davranışlarını çok iyi bildiğinden onları inandırmakta da hiç güçlük çekmemiş. Bu "yetenekleriyle" giderek bir şöhrete kavuşan Patrick bir gün katıldığı bir kadın programında o sırada işlediği korkunç ve adeta törensel ritüelli cinayetleriyle dehşet saçan seri katil Red John'a kafa tutuyor. Ve bu kibrinin karşılığı olarak da eşi ve küçük kızı Red John tarafından aynı şekilde öldürülüyor. Bu noktadan sonra hayatının tüm anlamını kaybeden Patrick polisle çalışmaya ve bir yandan da Red John'u bulmaya çalışıyor.

Üçüncü sezon finalinde bulduğunu hatta onu öldürüp intikamını aldığını sansak da öyle olmadı; ne Red John'u görebildik ne onu bulmak adına pek bir gelişme oldu. Red John'un kimliği ile ilgili sağlam bir teori var aslında onu da buradan izleyebilirsiniz.


Yazının konusu ise dizinin geçen hafta yayınlanan bölümü Devil's Cherry. Bu bölümde Patrick her zamanki çay içme alışkanlığı ile cinayetin işlendiği evdeki demliği kullanıyor ve birden önce gerçekliğinden kuşku duyup sonra da bunun halusinasyon olduğunu karar verdiğimiz bir an yaşıyor. Öğreniyoruz ki içtiği çay cinayet öncesinde kullanılmış halüsinatif etkili şeytan kirazını içeriyor.

Halüsinatif madde yarattığı etki sonucunda Patrick'in bilinçaltındaki bastırdığı hislerin karşısına çıkmasını sağlıyor. Uykuda da bazı rüyalarımızda aynı "dürüstlüğü" yaşadığımız, kimi zaman uyandığımızda kendimize kızdığımız ya da utandığımız rüyalar görebiliyoruz.

Bu halüsinasyonda Patrick hem cinayeti çözecek ipuçlarını hatırlıyor ama asıl önemli konu şu ki tüm imgelemlerinde on sene önce öldürülmüş kızının genç kızlık hali ona yol gösteriyor. Bu sahnelerde gerçekten önemli detaylar vardı, yazının asıl konusu da bu zaten.

Kızı oldukça hoş, oldukça küstah, oldukça kendinden ve zekasından emin. Tıpkı Patrick gibi. Kızının ileride kendisine benzeyeceğini hayal ediyor.


En önemli detay ise kızı babasının yıllardır hayatını hiç yaşamayıp bitmek tükenmek bilmeyen bir takıntıyla sadece Red John'u yakalamaya odaklanmasına kızgın. "Hayatında sadece o var" diyor, "Oysa dünya devam ediyor ve sen bunun farkında bile değilsin".

Bu sanrıları romantik ve metafizik bir şekilde yorumlasaydık ölen kızının bir mesajı olarak algılayabilirdik ancak haliyle bu yansıma Patrick'in bilinçaltının kızı formunda kendiyle konuşması. Kendisi de artık tüm hayatını bir seri katilin peşinde koşarak geçirmek istemiyor ve hatta bunu yaptığı için içsel bir öfke hatta suçluluk duyuyor. Bunun temel sebebi de ölmüş karısı ve çocuğunun onun bu halini görse düşkırıklığına uğrayacağını düşünmesi.

Kızının annesi ve kendisinin ölü olduğunu; ve de Patrick ne yaparsa yapsın geri gelmeyeceklerini söyledikleri an aslında Patrick'in de bu gerçeği kabullenmek istemesinin dışavurumuydu. Anlıyoruz ki aslında o da yıllardır süren bu aralıksız kovalamaca ve saplantıdan artık kurtulmak istiyor. Evlilik yüzüğünü hala taksa da, ailesinin anısını hala yaşatsa da aslında o da onların öldüğü ve asla bir daha hayatlarında olmayacağı gerçeğini kabul etmeye başlamış.


Ancak bölümün son sahnesinde Patrick bu iyileşme sürecini ansızın tahrip etmeye karar verip kolay yolu seçiyor ve kızının imgesini tekrar görebilmek için o halüsinatif çaydan içmeye başlıyor.

Aslında bağlamak istediğim nokta rüyalarımızda gördüğümüz kişiler aslında başka insanlar değil. Hepsi biziz ancak o sırada odaklandığımız kişilerin ağzından kimi zaman o konuyla ilgili isteklerimizi kimi zaman da eksiklik ve kırgınlıklarımızı yansıtıyorlar.

Mesela deli gibi aşık olduğunuz umutsuz aşkınızın rüyanızda size sizi sevdiğini söylemesi içinizdeki en büyük temennidir, aslında öyle olduğu için size malum olması değil. Ya da rüyanızdaki kişinin istekleri aslında sizin o kişiye karşı söylemek istedikleriniz olabilir. Sizden normal davranışınızdan tamamen zıt uçlarda talep ettiği şeyler tıpkı Patrick'in sanrısında olduğu gibi sizin de gerçek isteğiniz olabilir.


Gene ilişkilerden bir örnek, partnerinizin rüyanızda sizden ayrılacağını söylemesi sizin de ne kadar aksini isteseniz de ayrılık kavramını içinizde kabul ettiğinizin bir yansımasıdır.

Aslında rüyalarımız bize kendi iç sesimizden bile dürüst olabiliyorlar. Asla aklımıza gelmeyecek davranışlar, hisler hiçbir ket olmadan rüyalarımızda karşımıza çıkabiliyor. Sırf bu sebepten bile uyanınca ne kadar saçma gelirse gelsin rüyaların sırf bu yüzden bile kendimizle yüzleşmemiz için çok önemli olduğunu düşünüyorum.

15 Ekim 2012 Pazartesi

Red Bull Stratos & Felix Baumgartner

Tüm aksiyon filmlerini geçin dün gece hakikaten son yıllarda görebileceğim en heyecanlı şeylerden birine tanık  oldum, hatta bunun çok ötesi tarihi bir ana. Felix Baumgartner dün gece yaklaşık 39 kilometreden aşağı atlayarak unutulmayacak bir rekora imza attı. Bunun dışında 4 dakika 19 saniye serbest düşüşte kaldı ve 1342 km/h hıza ulaşarak da ses duvarını aşan ilk insan oldu.



Tabii medyamızın bazı müthiş kanal ve gazetelerinde Felix ışık hızını aşıp enerjiye dönüşmüş olsa da o hala yaşıyor, üstelik sapasağlam. Yere o kadar rahat ve yürüyerek iniş yaptı ki şaşırtıcıydı. Sen hem o kadar yüksekten atla bir ara da kontrolünü kaybet taklalar at (yüreğim resmen ağzıma geldi oralarda) ve sanki merdivenden zıplarmışcasına rahatça ve zarifçe in. Müthiş!


Yalnız bu ana tanık olma çabamdan da kısaca değinmeden edemeyeceğim. 9 Ekim günü bir heyecan bilgisayar başına oturup atlayışın hava koşullarından ertelenmesiyle sağ üst köşedeki büyük çarpıya basmıştım. Pazar günü atlayış aklımdan çıkmış, denizotobüsüne binip karşıya geçmek üzereyken atlayışın gerçekleşmesine çok az kaldığını gördüm.


Telefondan canlı yayına bağlanmak imkansız olduğundan, tek yapabileceğim sıkıntı içinde saniyeleri sayarken gelişmeleri an be an internetten takip etmekti, ve bu sırada Felix de giderek hedefine yaklaşıyordu. Milletin yazdıklarına bakarsak atlamak üzereydi. Bunun gazıyla İdo'dan fırlayıp koşarak bir taksiye atladım, (taksici heyecanıma çok anlam veremese de sağlam gaza bastı sağ olsun) bitmeyecek gibi gelen yolun sonunda da inip apartmandan içeri daldım. Ancak iki asansör de 14. kattaydı ve bizim asansörler kolay kolay gelmez. Tekrar koşarak merdivenleri çıktım ve ayakkabıları fırlatıp içeri daldım ve mutlu an! Felix atlamamıştı, hala kapsülün içindeydi. Beni beklemiş, kıyamam canım benim. (Ne var, ben öyle inanmak istiyorum)


Bu sefer de atlayış için bekleyiş bitmedi ve en sonunda kapsülün kapağı açıldı, Felix tüm karizmasıyla selamını çaktı veee atladı. Of! Annem bile yemeği bırakıp adamın sağsağlim inmesi için temennilerde bulunurken hep beraber o müthiş inişi izliyorduk. Bir ara dengesini kaybetti ama iyi toparladı ve paraşütü açıldığında zaten Roswell'deki ekip kutlamalara başlamıştı. (Roswell gibi "uzaylısı meşhur" bir yere inmesi de ayrıca güzel bir şey bence)


Ve o müthiş zarif iniş! Harikaydı. Çok heyecanlıydı ve insanın sınırlarından biri daha zorlanmıştı. Buna tanık olmak gerçekten harika bir his ve Felix'e en çok yardım eden kişinin de bir önceki rekortmen (31.33 km) Joseph Kittinger olması da çok güzel bir detay. (Ayrıca Mission Control ekibinin filmlerde hep gördüğümüz "Houston" tadını vermesi de ayrıca hoştu, sevindikleri an tam bir film sonu gibiydi)


İnsanın sınırlarının zorlanması hele de uzayla ilişkiliyse beni daha da etkiliyor. (Lütfen bana orası uzay değil muhabbeti yapmayın, komik oluyor gerçekten!) Felix Baumgartner'in kapsülün ucunda durduğu anın hiç unutulmayacak ikonik bir görüntü olarak aklımızda kalacağı kesin.


Yazmadan gerçekten edemeyeceğim, hani bu rekora insanların çok sevinmesi ya da bunu önemsemesi elbette gerekmiyor ancak hayatlarındaki en büyük atlayış başarısı sırtı pişmeden bombalama suya dalmak olan insanların bu olaya burun kıvırması; "Elbisesi yüzünden atladı o olsa ben de atlardım", "Stratosfer ne ki yiyorsa Egzosfer'den atlasın" (Şaka yapmıyorum gerçekten bunu diyen gördüm), "Felix yiyorsa dünya barışını getirsin" (Abarttığımı sanıyorsunuz ama savaş mağdurlarıyla bu olaya harcanan paraya bağlayanlar vardı; eminim ki bunu diyenler de her ay maaşlarının yarısını bu insanlarla paylaşıyorlar) gibi gerçekten aklımın almadığı tepkiler gördüm. Ne diyeyim gerçekten tuhaf kafalar, insan okuyunca dehşete kapılıyor.

Velhasıl dün gece hem unutulmaz hem de heyecanlı bir ana ev sahipliği yaptı tekrar görüntüleri izledikçe nedense kendimi gülümserken buluyorum, son olarak darısı seneye hayalini kurduğum Skydiving'in başına diyorum.